16 Aralık 2014 Salı

Öykü 2

25 Kasım 2008

Azra ile dün 3. ayı bitirdik. O düşündüğümden daha tatlı, çok kibar bir kere . Beni gerçekten heyecanlandırıyor  Onu henüz göremedim evet, ama bu onu hissetmem için bir engel değil. Sonuç olarak İstanbul - Ankara uzun bir mesafe ve hiç yalnız seyahat etmediğim düşünülürse. Çağrılarına cevap vermem zor olacak gibi.

Deniz gibi üniversiteyi kazanamayınca, ailem ve ben Hırvatistan’da bir özel üniversiteye gitmemde karar kıldık. Babam kökenimizin orada Split diye bir yerde olduğunu söylüyor, ata toprağı bir nevi. Evraklarımı gönderdim, lise transkripti diploma vs. Bu işler biraz rüşvetle dönüyor sanırım. Bekliyorum.

Azra gitmemi istemiyor, madem özel üniversite şansın vardı %50 neden denemedin burada bir sürü iyi okul var diyor. Geciktiğimi söylüyorum. Susuyor. Ayrılık olmasın diye yalvarıyorum. Azra’yı kaybedemem. O benim her şeyim !

Deniz 2

Meşhur Temmuz 2008. Hayatımın dönüm noktasıymış. Bunu sonradan fark edicem tabi. O'na farklı bir isim takamıyorum. Ruhu gereği öküz diyeceğim. Klasik kadınların kullandığı bir öküz değil gerçek bir öküz. Damızlık.
Buluşuğumuz güne dönelim. Hatrılamadığım renk şort ve beyaz bir tişörtle geldi. Kumral. Benden gözle görülür bir şekilde uzun ve iri. Yani 10-15 kilo fazlası var. Tam hayal ettiğim gibi. Ben etine dolgun olduğum için iri olması beni mesut edecek cinsten. Ben de  narçiçeği, askılı bluzumu ve kotumu çekip gittim. Sarıldıkktan sonra oturup bir şeyler içmeye ve konuşmaya başladık. Ben keko kendimi ağırdan satacam diye o bira içerken icetea içecek kadar mal ve saftım.
İkinci günümüzde benim üniversite sonuçlarım açıklandı. Ve bingo. 9 Eylül İktisat. Tabi ki kutlamak için öküzle buluştuk. Sinemada elimi tuttu. Yemek yedik. Biraz oturduktan sonra ayrılmak için kalktık,  merdivenlere doğru  gittik  ve sihirli soru: Sevgilim olur musun? Otuz iki diş : EVET! Ve ilk öpüşme. küçük bir buse desek daha doğru olacak.
O akşam  gidip  bana dar gelen bir body almış. Kırmızı v yaka. En sevmediğim kumaş cinsi ve kalıp. Ama mutluydum.
Aşk öyle bir şeymiş, anlamaya başlıyordum.

Deniz Başlangıç

Kadıköyde yaşamanın en büyük avantajı Modada nefes almak. Gerçek şu ki; deniz olan yerde huzur var. Denizi görmek huzur demek. Ailem ismimi bunu hissederek mi seçti acaba? Öyle umuyorum.
Ben Deniz, Deniz Yılmaz. 8 Nisan 1988 de Kadıköyde işçi bir baba ile memur bir anenin tek çocuğu. Üniversiteye gidebilmek için  bu yıl son mücadelem olsun umuduyla yanıp tutuşan cinslerden. Dershane sıra arkadaşım Öykü gibi. Sarı Öykü..
Yıl 2008. Haziranın son haftasındayız. Sıcak basıyor. Nem boğuyor. Feysbok bana kırmızı bir sinyal veriyor. Klasik ekleme talebi. Umarsız olarak kabul ediyorum çünkü bu aralar dört yıl aşık kaldığım lise aşkımı unutmaya çalışıyorum. Çok çok uzak bir yere üniversiteye gitmesi hevesimi ve beklentimi tüketiyor zaten. Kafa dağıtmak için şahane bir fırsat..
Ekleme isteğini kabul ettikten heme sonra mesaj. Ooo hızlı adamsın vesselam deyip aynı anda fotoğrafları incelerken, masaüstü bilgisayarımın başından anneme hayatımın erkeğini buldum diye sesleniyorum. "Hayatımın erkeği."
Kendimi ağırdan satıcam derken konuşma, ne halt olduğunu anlamaya çalışma yalnızca bir hafta sürebildi. Buluşmaya karar verdik. Modada. Birbirimizi nasıl tanıyacağımıza dair telefonda şakalar yapıyoruz.  Bir yandan bu durumla dalga geçerken bir yandan da fazla heyecanlanıyorum.
Bu tarz buluşmalar hep komik gelmiştir ama her insan bunu yapıyor biliyorum. Vazgeçme düşüncesi geliyor aklıma çoğu zaman ama bir şey çekiyor. Her şeyi düşünüyorum; ne olabilir ki, kafa dağıtıcam, yeni birini tanıcam ve nasıl gelişirse. Hem belki yeniden aşık olup beni terk eden ilk aşkımı unutabilirim.
Buluşmadan önce son bir telefon konuşması yapıyoruz. Buluştuğumuzda ilk olarak bana sarılacağını  söylüyor. Gergin bir şekilde dediğimiz yere gidiyorum.
Ve evet, birbirimize doğru yürüdüğümüzde bana ilk olarak sarılıyor. Attığım her adımda evet lan hayatımın erkeğini bulmuşum diyorum, her kelimesinde.
Tuhaf bir duygunun içine düştüğümü kabul etmeliyim. Gerçek anlamda sıra dışı bir ilişkinin içine girdiğimi bilseydim, bir mucize olsaydı ve olacakları görebiliyor olsaydım o gün yine gider miydim diye çok düşünüyorum. Sonuç hep giderdim oluyor. Çünkü başka türlü bu kadar güçlü olamazdım.

Öykü Başlangıç

19 Haziran 08
İstanbul’un sıcağından nefret ediyorum. Nefret ettiğim diğer tüm şeyleri gibi, gerçekten bazen dayanılmaz olabiliyor. Sıkıcı ve ısrarcı. Sanki diğer insanlarla aynı cam fanusta nefes alıp veriyormuşuz gibi, aynı iğrenç nemli havayı soluyup duruyoruz. Bugün 19 Haziran 2008. Yazın başlangıcı. Ben Öykü. Öykü Yeliz İzkan. İnsanlar ilk adımı tercih ederler, nedenini bilmiyorum. 14 Ağustos 1989 ‘da Kadıköy’ün mütevazi bir mahallesinin, mütevazi bir sokağının, mütevazi ailesi, İzkan’ların ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. Annesi babası öğretmen olan her çocuğun kaçınılmaz kaderi gibi ben de, örnek bir evlat olarak yetiştirildim. Üstün başarılarla dolu olmasa da, lise son sınıfa kadar mükemmel denilebilecek bir akademik hayata sahiptim. Standart bir hayatım, standart arkadaşlarım, standartı bile yakalayamayan sevgililerim oldu. Kedi severliğim bu sebepten olabilir. Kim bilir ? Son iki yılım tipik ergen travmalarıyla boğuşmakla geçti. 6 senemi, çocukluğumu, beni ben yapan her şeyi beraber yaşayıp öğrendiğim, komşumuz ve aile dostlarımızın yakışıklı oğlu ilk aşkım Engin. Çok trajik, babası 20 yıldan sonra annesini, çalıştığı şirketteki muhtemelen daha uzun bacakları ve daha dolgun göğüsleri olan sekteriyle aldatıyor ve ailecek bir anda soluğu memleketleri Edirne’de alıyorlar. Uzak ilişki… Olağan kavgalar gürültüler o bitmek bilmez kıskançlıklar, vakti geliyor yerini ayrılığa bırakıyor. Onca hayal, o küçük köy evinde Engin’in ailesiyle yaşama isteğim bile yok olup gidiyor. Aslında bu yaşananlardan çok uzak biri olduğumu anlamam, çok vaktimi almadı. Böyle biri değildim. Ve bunu kanıtlamak için kurt gibi bekleyen bir başkası daha vardı. Engin’in gidişiyle, Enes’in onun yerini doldurması arasında neredeyse hiç zaman yok. Tam bir pislik olduğunuysa gidişiyle beraber anladım. 1.5 sene boyunca beni düşürdüğü alışılmış çaresizlik dışında, kalbimi defalarca kırmasını da geçiyorum, dürtüleri için duygularımı kullanması hiç hoş değildi. Enes… Engin’in fiziğinde, ondan daha az çekik gözlü, daha kumral, daha yakışıklı, üstelik yine komşumuz olan dersane arkadaşım. Ayrıca Deniz’in de en yakın arkadaşının eski sevgilisiydi. Onunla ne yaşadılar bilemiyorum ama, Enes tam bir baş belası. Bugün ilişkimizin 1.5 uncu yıl dönümü. Bense artık bu ilişkiden ciddi anlamda bunalmış durumdayım. Belki onca şeyi sırf bu yüzden yazıyorum, bilmiyorum. Saçma sapan öpüşmeler, karşı cinsi tanıma alıştırmaları artık benim için başlardaki anlamını yitirmeye başlamıştı. Bıyıkları batıyor, konuşması kaba gelmeye başlıyordu. Duygusal olarak da bitmiş olan bu işin uzatmalarını oynuyordum açıkçası.
Azra ile tanışmam da tam o ana denk geliyor işte. Azra hayatımda gördüğüm en çirkin kadın belki bilmiyorum ama beni çeken bir şey vardı onda. Tanıştığım ilk lezbiyen olması olabilir. Ankara’da heykeltıraşlık okuyordu. Buralıydı o da . Çok güzel mavi gözleri vardı. Ben boylarda, etkileyici sayılabilecek bir fiziğe ve konuşmaya sahipti. Ayrıca yaptığı iş dolayısıyla da çok fazla etkileniyordum. Ayrıca birkaç yazısı da çevrelerce takdir görmüş, bu sürede kabul görmüş bir yazardı. Tüm bunlar bir araya geldiğinde kendimi onu düşünmekten alıkoyamadığımı fark ettim. Bu konuşmalar günlerce sürdü. Saçma bir flört gibi, olmuyordu sanki ama bitmiyordu da. Enes benimle ilgili şüphelere düşmeye başladığında artık onunla konuşmam gerektiğini anladım. Hayatımda ilk kez açık yürekli olup ona güvenerek her şeyi anlattım. Kendime çok kızıyorum bu konuda. Çok aşık insanların tek düşündüğü karşısındakini asla bırakmamak oluyor. Bana karşı böyle hisleri olan biriyle bunları nasıl konuştuğuma halen anlam veremiyorum. Saçmalıktı. Her neyse, beni bırakmak istemedi, normal olarak, hatta daha da ileri giderek bir zamanlar kendisinin de gey olduğunu düşündüğünü ve bununla başa çıkabileceğini Azra’yla istediğim kadar flört edebileceğimi söyledi. Tüm bunları anlatırken ağladı, saatlerce belki. Ah, pezevenk hiç susmayacak sandım. Gerçekten beni düşündüğünü sandığım için hala kendimi ve salaklığımı affetmiyorum. Tek düşündüğünün çükü olduğunu anlamam çok vaktimi almadı. Enes’le son konuşmamızda şiddetle beni ne kadar sevdiğini söylüyor, ama bir yandan da bana yaslıyor gibiydi allahım ne saçma. Düşün bir, bir adam seni seviyorum diyor, beni terketme öykü diyor ağlıyor bir yandan da sevişmeye çalışıyor ve tüm bunları gey olmadığını kanıtlamak için yapıyor ve lezbiyen flörtüme de göz yumuyor. Yapma lütfen ! Bu normal bir durum değil. Onu orada öylece kalkmış çüküyle başbaşa bıraktım. Aslında uzun ince adamlarınki uzun oluyor diye söylemişti bana güvenilir bir kaynak ama, tanışmak nasip olmamıştı. Bir süre daha olmayacak gibiydi. Bu arada Azra ilişkimle ilgili her şeyi biliyor ve gelişmeleri takip ediyordu. Anlamıyordum. Bir insan sevdiği ya da hoşlandığı birinin sevgilisinden ayrılmasını bekleyecek kadar çaresiz olabilir miydi ? Evet sanırım bunu ilerleyen zamanlarda öğreneceğim.